FirmaHBR.COM'a Hoşgeldiniz!

Onunki dolu dolu yaşanan bir hayat

Uluslararası enerji, yatırım, iklim değişikliği, Çin ve jeopolitika konularında otorite olarak sivrilen Mehmet Öğütçü kariyeri boyunca yerli ve yabancı pek çok kurumda görev aldı. Halen Global Resources Partnership, The London Energy Club Başkanı olan Öğütçü, “Dolu dolu yaşadım, çok şey gerçekleştirdim. Mutluyum” diyerek başlıyor anılarına doğru yolculuğa…

Onunki dolu dolu yaşanan bir hayat

Allah gecinden versin ama yarın gözlerim kapanacak olsa inanın hiç hayıflanmam. Dolu dolu yaşadım, çok şey gerçekleştirdim, gezdim, dostluklar kurdum. Mutluyum. Hiçbir işte 5 yıldan fazla çalışmadım. Geçmişe dönüp baktığımda kendimi doğal akışa bıraktığımı görüyorum. Çok çalışırım ama doğal akışa da önem veririm. Yani mecrayı çok fazla bozmamak, aşırı ihtiraslı olmamak lazım. Eğer özgüveniniz varsa, omurganız dik ise ve kendinizi iyi donatmış iseniz hayat sizi alıyor ve bir yerlere götürüyor.

1979 yılında Mülkiye’yi kazandım. O zaman üç değerli hocam -Mümtaz Soysal, Ömer Kürkçüoğlu ve Türkkaya Ataöv- beni dolduruşa getirmişti. “Sen aslında diplomasiyi daha iyi yaparsın” dediler. Orta sınıf aileden, sıradan semt lisesini bitirmiş, arkasında torpil olmayan, çat pat Almanca bilen birisi nasıl diplomat olurdu ki? Onlara beni bu yola sevk ettikleri için bugün minnettarım.

Henüz üniversitede okurken Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde gece mütercimi olarak çalışıyordum. Tarzanca İngilizcemle çeviriler yapıyordum. Ve her geçen gün İngilizce yazma, konuşma, anlama hakimiyetim güçleniyordu. Sonra kendimi bir anda Turgut Özal’ın seçim kampanyası içinde buldum, 83 senesinde. Orada birçok şeye birinci elden şahit oldum. Yabancı basının getirilmesine katkı sağladım. Kendisine mülakatlarında neler söylemesi gerektiğini kağıtlara not edip önüne koyuyordum, işim olmadığı halde. Önce garipsedi. Sonra hoşuna gitti. Derken onun en genç konuşma yazarı oldum.

Sonra Turgut Bey beni bir grup Türk ile birlikte İngiltere’ye gönderdi. Oradaki Merkezi Enformasyon Teşkilatı’nda altı aylık eğitim ve çalışma döneminden sonra Türkiye’ye dönmemeye karar verdim. LSE’de master programına kabul edildim. Daha sonra NATO’dan bir araştırma bursu buldum. Amerika’da Georgetown Üniversitesi’nden doktora bursu almıştım ama Türkiye’ye döndüm ve Dışişleri’nde göreve başladım.

GİTTİĞİNİZ YERDE TOHUMLARI EKECEKSİNİZ

Dışişleri’nde ilk görevim 12 Eylül darbesi sebebiyle Batı Avrupa ile bozulmuş olan ilişkilerin nasıl iyileştirilebileceği konusunda çalışmaktı. Daha sonra Genelkurmay’da Danışman Onbaşı olarak görev yaptım. Askerden döndükten sonra NATO dairesine verdiler beni. Soğuk Savaş’ın zirvede olduğu o dönemde başarılı diplomatları genellikle güvenlik konularında kullanıyorlardı. Sonra ilk tayinim Pekin’e çıktı. Bunu, bir fırsat olarak gördüm. Çinceyi öğrendim. Çinlileri tanıdım. Şimdi iş hayatımda bunun faydalarını da görüyorum. Gittiğiniz yerde tohumları ekeceksiniz. Hangi koşullar altında olursanız olun, “bundan nasıl istifade edebilirim, bunun benim için hediyesi nedir” diye düşünmek lazım. Şu anda dünyada Çin üzerine çalışan nadir uzmandan birisiyim. Çin’den bir iş yaparken de aynı şekilde orada zamanında kurmuş olduğum ilişkileri tepe tepe kullanıyorum. Aynı zamanda “Çin’de nasıl iş yapılır, müzakere yapılır, sonuç alınır” konusunda ciddi deneyim kazandım.

Biz kısa vadeli kazançlara odaklanırken onlar daha uzun vadeli bir strateji çerçevesinde düşünüyorlar. Çok tanınmış büyük bir iş adamımız 1989’da Ç in’e geldiği zaman kendisine şöyle söylemiştim. “Beyefendi keşke burada bir ofis açsanız. İnsan yetiştirseniz. Bugün kazancını görmeseniz bile 5-7 yıl sonra size büyük üstünlük sağlar.” Ancak o bana “Mehmetçiğim, haklısın ama sen bize önümüzdeki altı ayda para döndürebileceğimiz ne işler var onları anlat” demişti.

Çin’den sonra Bakanlık beni Brugge’daki Collège d’Europe’a gönderdi. Avrupa Birliği’ne avrokrat-bü rokrat yetiştiren muazzam bir okuldu. Daha sonra Avrupa Birliği nezdindeki daimi temsilciliğimizde göreve başlamam öngörülüyordu ama garip bir şey oldu. Tokyo’daki bir meslektaşımı yüksek bir torpil bulduğu için Brüksel’deki o göreve tayin ettiler. Beni de başka bir göreve, Paris’teki OECD Daimi Temsilciliğine kaydırdılar. Çok üzülmüştüm o zaman. Evimi tutmuş, çocuğumun okuluna kadar her şeyi ayarlamıştım. Her işte bir hayır vardır.

OECD’ye gidişim sonuçta büyük bir fırsata dönüştü benim için, hayatımı bambaşka bir yöne sevk etti. İki yıl orada diplomat olarak kaldıktan sonra Uluslararası Enerji Ajansı’na geçtim Asya-Pasifik ve Latin Amerika bölümünün başında. 5 yıl da orada kaldıktan sonra OECD’ye geçtim, uluslararası yatırım başkanı olarak. İEA ve OECD’de 10 yılımı tamamladıktan sonra emekliliğe hak kazandım.

BUNUN HEDİYESİ NEDİR BAKALIM!

2005’te ayrıldım OECD’den. Çalıştığın bir yerde verdiğinden fazlasını alamıyorsan ve yaptığın iş tekrara dönüşüyorsa “bundan sonra ne yapmam lazım” diye düşünmeye başlamak gerek. Dedim ki “ben bu 10 yılda alacağımı aldım, vereceğimi verdim; bundan sonra yeni bir yola girmeliyim.” Opsiyonları değerlendirdiğim süreç te, İngiltere’de Windsor Sarayı’nda bir toplantıya davetliydim. Konuşmamı yaptıktan sonra orada bir adamla tatlı tatlı kapışmaya başladık. Bana meydan okuyordu. Ben de kibar bir şekilde doğru bildiğimi anlatıyordum. Toplantı çıkışında Charles Bland beni yemeğe davet etti. Bir hafta sonra da iş teklif etti. British Gas o dönemde ö zelleştirilmiş, BG Group adını almıştı. Gazprom’dan sonra dünyanın en önemli doğal
gaz şirketiydi.

“Bizde mühendis, finansçı, hukukçu herkes var ama sizin gibi diplomasi becerisi ve müzakere yeteneği olan, dünyada bu kadar geniş şebekesi olan ve konulara disiplinler arası bakan bir kişiye ihtiyacımız var. Düşünür müsünüz bize gelmeyi” dedi. Israrları üzerine gidip görüştüm pozisyon ve ücret konularını. Ayrıca Londra Jermynn Street’deki çok hoş ofislerini de gösterdiler. Bu işte bir hayır vardı, boşuna karşıma çıkmış olamazdı. “Bunun hediyesi nedir bakalım” diyerek başladım orada işe.

Kazakistan’da dünyanın en büyük gaz sahalarından birisi var: Karachaganak. Orayı İtalyan Eni, Rus Lukoil, Amerikan Chevron ve biz ortak olarak işletiyoruz. Birbirine hiç benzemeyen dört iş modeli, dört iş kültürü bir arada. Bizim hissemiz en yüksek olanı ve sahanın yönetimini Eni ile beraber biz yapıyoruz. Rus sınırına çok yakın Karachaganak’tan çıkarttığımız gazı Rusya üzerinden boru hattıyla Avrupa’ya gönderiyorduk.

Kazakların buradan kazancı gerçekten çok zayıftı, ayrıca sahayı işleten şirkette hiçbir hisseleri yoktu. Nazarbayev yabancı sermaye gelsin diye dostane bir şekilde kucak açtığı şirketlerle yaptığı anlaşmayı unutup “Niye biz bu yabancı yatırımcıların artan kazancından yeterince payımızı alamıyoruz?” demeye başlamıştı. Sorun büyüyordu. Kazaklar, bedelini ödemeden hisse isteyince bizim avukatlarımız hemen bu işi KazMunayGaz üzerinden tahkime götürmek istediler. Bu adeta bir savaş ilanıydı. Avukatlardan kenara çekilmelerini istedim. Benim görevim bu sorunu iki tarafı tatmin edecek şekilde politik bir çözüme kavuşturmaktı. Hiçbir sorun tek tarafı tatmin edecek şekilde çözülemez.

Neyse Nazarbayev ve ekibi ile görüş melere başladık. İkramlar falan… Samimi şekilde konuştuk. “Mehmet Bey siz Türk olarak bu coğrafyayı ve karşılaştığımız durumu daha iyi anlarsınız, sorun hukuki değil bizim için. Buraya hukukçular ordusuyla gelmeniz bizi olumsuz etkiliyor. Bu, siyasi bir konudur. Ülkemizin kaynakları üzerinde kontrol kurma sorunudur. Benim halk nezdinde itibarımı da aşındırmayacak şekilde çözmemiz lazım” diye işaret verdi.

Aylar sürdü müzakereler ve sorunu diyalogla iki tarafı tatmin edecek bir “al gülüm, ver gülüm” pazarlığı ile çözdük. O zaman benim şöhretim artmaya başladı şirkette. Nerede sorun varsa “keskin nişancı” olarak oraya gönderiyorlardı beni, bu yüzden normal işimi bile yapamıyordum.

Blair’e üç tuzak soru sordum

Tony Blair başbakan iken Çinliler ile bir ortak yatırım anlaşmamızı onun ve Çin başbakanının şahitliğinde imzalatma işini kotarmış, o sayede 10 Downing Street’te ilk kez bir iş yemeğine katılmıştım. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra kendi şirketini kurdu “Blair Associates” diye. Dünyanın her yerindeki eski siyasi bağlantılarını da kullanıp birçok danışmanlık işi alıyordu. Ben de British Gas’dan ayrıldıktan sonra Londra borsasına kayıtlı Invensys adlı bir yüksek teknoloji şirketinin danışma kurulu başkanlığını yapıyordum. Çin’de metro, hızlı tren projeleri ve Hainan adasındaki nükleer santrallerin otomasyonu ve güvenliği konusunda çalışıyorduk. Bu işler için açılan ihaleye bizim dışımızda Alman ve Japon rakiplerimiz de katılıyordu. Teknik olarak biz daha güçlüydük. Lakin Çinliler bizim verdiğimiz fiyatı biraz yüksek buluyorlardı. Bizi desteklemesi için Çinlilerden oluşan bir danışma kurulu kurdum hemen. Üyelerimiz arasında bir film yıldızı, bir televizyon yıldızı, bir eski asker ve bir eski bakan vardı. Bizimkiler şaşırdılar “Niye bu film ve TV yıldızlarını koyuyorsun danışma kuruluna” diye. Sonra gördüler tabii ki faydasını. Gittiğimiz her yerde herkes imza almak için sıraya giriyordu. Bütün kapılar açılıyordu. Görüş meleri rahat ve dostça bir atmosferde yapıyorduk. Tam bu sıralarda Blair Associates gelip teklifte bulunmuş Invensys yönetimine “bu projeleri kazanmakta size destek olalım” diye. Hemen Blair ve ekibini bir akşam yemeğine davet ettirdim şirketin başkanı ve CEO’su ile birlikte. Üç “tuzak” soru sordum Blair’e: Bu işi nasıl kotaracağı, menfaat çatışması kaygısını nasıl gidereceği ve ne kadar ücret talep edeceği konularında. Vereceği yanıtları tahmin ediyordum; yemek bittikten ve Blair’i yolcu ettikten sonra yaptığımız üçlü değerlendirmede işin bende kalması garanti edilmiş oldu. Kazandık ihaleleri, benim yöntemlerin de katkısıyla. Çeşme’deki araziyi alıp taş evimi o kazançla yaptırdığım için bazen kapısına “Invensys ve Blair’in cömertliği sayesinde yapıldı” diye muzipçe bir levha asmak geçiyor içimden.

KAYNAK: DÜNYA

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ