FirmaHBR.COM'a Hoşgeldiniz!

Ömer Rıfat Gencal Oyun Teorisini Geleceğimize Uyguladı  

İçimden Geldi ve Yazdım Bu yazı ne ekonomi ne de finans piyasaları üzerine olacak. Bu yazı, tarihten de örnek vererek içinde bulunduğumuz …

Ömer Rıfat Gencal Oyun Teorisini Geleceğimize Uyguladı  

İçimden Geldi ve Yazdım

Bu yazı ne ekonomi ne de finans piyasaları üzerine olacak. Bu yazı, tarihten de örnek vererek içinde bulunduğumuz durumu ileriye yönelik analiz ederek, refah ve kalkınmanın sağlanabilmesi ve süreklilik göstermesinin nasıl mümkün olabileceğini tartışacak. Bu amaçla ülkeyi yöneten liderlerin, kendi içinde liderlik rolü üstlenen herkesin, yaşadığı ülkeye hangi zihin yapısı ile en yüksek katkıyı sunabileceğinin cevabını arayacak.

Beni tanıyanlar oyun teorisine ne kadar düşkün olduğumu bilir. 1990 yılında Boğaziçi Üniversitesinde Master dersleri almaya başladığımda oyun teorisi konusunda dünyaca ünlü bir profesörden, Murat Sertel’den aldığım Matematiksel İktisat ve Mikro Ekonomi derslerinden  kurumsal ve özel hayatımda bu kadar yararlanabileceğimi tahmin etmiyordum. Prof. Dr. Murat Sertel 2003 yılında, çok genç yaşta aramızdan ayrıldı. Kendisini rahmet ve minnetle anıyorum.

“Oyun teorisi de ne şimdi? Oyun mu oynayacağız?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Hemen başlayayım o zaman.

Hayatımız aslında bir oyun. Evde, işte, ticarette, siyasette, insan yönetiminde, sporda, organizasyonlarda, arkadaş gruplarında her gün bir oyunun içinde oluyoruz. Karşılıklı olarak bir veya birileri ile kişisel, kurumsal anlamda saydığım tüm bu fonksiyonlar içinde kendi isteklerimiz, arzularımız, hedeflerimiz çerçevesinde, yine kendi karşılaştırmalı üstünlüklerimize göre belirli bir denge noktasını ulaşıyoruz. Ama hayat bir süreklilik arz ediyor. Kazandığımızı düşündüğümüz bir noktada yine bambaşka oyunun içinde kendimizi buluyoruz…

Oyun teorisi kapsamının biraz farklılaştırılmış bir çeşidi; 1980 yılında James Carse yapılan bir önerme ile oyunların ikiye ayrıldığını ileri sürdü. James Carse aslında bu tezinde haklıydı da. Ona göre oyunlar çok basit anlamda ikiye ayrılıyordu. Sonlu Oyunlar ve Sonsuz Oyunlar. Futbol, basketbol, tenis gibi oyuncu sayısının, kurallarının, süresinin, kazanan ve kaybedenin belli olduğu oyunlar sonlu oyun kategorisinde yer alıyor. Örneğin futbolun 11’er kişiden kurulu iki takımın, doksan dakika boyunca kuralları belli üç hakem tarafından yönetilen ve maç sonunda kazananın, kaybedenin veya berabere kalınan bir oyun olduğu herkes tarafından bilnir.

Sizlere anlatacağım oyunlar sonsuz oyunlar. Bu oyunlarda  oyuncular belirsiz sayıda olmakta, kuralları zamana göre değişiklik göstermekte ve asıl önemlisi kazananın veya kaybedenin söz konusu olmadığı oyunlar. Bu oyunlara yaşanmış bir örnekle biraz daha heyecan katalım birlikte.

Birleşik Krallık Savaş Konseyi sekreteri Albay Hankey, Winston Churchill‘in de desteğiyle Çanakkale Boğazından donanmayla geçerek İstanbul’u işgal etme planını savaş konseyine kabul ettirdi ve 19 Şubat 1915 günü Birleşik Krallık ve Fransız gemileri Çanakkale Boğazını geçmek üzere geniş çaplı bir saldırı başlattı. Saldırıların en şiddetlileri 18 Mart 1915 günü yaşandı ama ihtilaf devletleri donanması ağır kayıplara uğrayarak deniz harekatından vazgeçti.

Deniz harekatıyla başarıya ulaşamayacaklarını anlayan ihtilaf devletleri 25 Nisan 1915 şafağında hepimizin çok iyi bildiği ve Türk askerinin bir destan yazdığı Gelibolu’ya ilk çıkartmalarını yaptılar. Her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği Gelibolu savaşında yarımadayı ele geçiremeyeceğini anlayan ihtilaf devletlerinin İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Aralık 1915 tarihinde yarımadayı boşalttı ve bu savaş 9 Ocak 1916 tarihinde bitti.

Savaşı Osmanlı ordusunun kazandığı düşünülürken, aradan geçen süre zarfında Almanya ile yaptığımız ittifak ve Almanya’nın 1. Dünya Savaşında Avrupa’da aldığı yenilgiler tam tersi bir durumu beraberinde getirdi. 13 Kasım 1918 günü İngiliz donanmasından 55 savaş gemisi İstanbul’u işgal etmek üzere Boğaz açıklarına geldi ve gemilerini demirlemeye başladı. Aynı tarihte dağıtılan Yıldırım Orduları komutanı Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul’a gelerek Haydar Paşa garından öğle saatlerinde Kartal İstimbotu ile 55 parçalık İngiliz donanmasının arasından Galata’ya geçerken, yaveri Cevad Abbas’ın gözyaşlarına boğulduğunu görüp içinde bulundukları oyunun sürekliliği konusundaki ilk işaretini tarihe kazınan “Geldikleri Gibi Giderler” sözüyle vermiş ve kurtuluş savaşının ilk adımını attı.

Mustafa Kemal altı ay boyunca birçok kesimle görüştü, çevresini genişleterek kendisine daha büyük bir oyun alanı yarattı. 16 Mayıs 1918 tarihinde Bandırma gemisi ile yola koyularak 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktı ve sayısız kongre ile haklı bir gerekçesinin, yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunu ortaya koydu. Bu kurtuluş mücadelesinin tek başına verilemeyeceğinin bilinci ile aynı ilke ve değerlere inanan ve bu inançla birbirine kenetlenen bir takım ve toplum oluşturmayı planlamış, kurtuluşun halka mal olması için de tüm kararların millet adına alınacağı Türkiye Büyük Millet Meclisini kurarak, halkın temsilcileri ile bu sürekli oyunda kalmanın kaynaklarını bir araya getirmiştir. Kurtuluş Savaşının en bunalımlı günlerinde, düşman kuvvetlerinin kesin sonuca ulaşmak hayaliyle baskılarını arttırdıkları, Ordumuzun Sakarya’ya kadar çekilmesine yol açan Kütahya-Eskişehir yöresindeki Yunan saldırısının tehlikeli şekilde geliştiği günlerde bile 16 Temmuz 1921’de, Ankara’da “Eğitim Kongresi”‘ni düzenlemesi, sürdürdüğü sürekli oyunun gerçek bir kanıtıdır. Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce 17 Şubat 1923 günü Manisa temsilcisi Kazım Karabekir, Asım ve Fevzi Çakmak Paşalar ile Rus Büyükelçisi Aralof ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilof’un katılımları ile İzmir iktisat kongresinin düzenlenmesi bu sürekli oyunda bir çok unsura işaret etmektedir.

Tüm bu yapılanlar aslında birer sonlu oyun gibi görülebilir ama bu sonsuz oyunda hepsi daha iyi bir noktaya gitmek için birer kilometre taşıdır. Kurtuluş Savaşı çerçevesinde ihtilaf devletleri, sonlu bir oyun zihniyeti ile savaşı kazanma üzerine bir oyun planı ile yola çıkmışken, Türk halkı ve onun bağımsızlığı üzerine bu savaşa girenler hayatta kalmayı, daha ileriye gitmeyi ve hayatın devamlılığı için bu mücadeleyi vermiştir.

Burada verdiğim örnek, dünyaya liderliğini kabul ettirmiş bir insanın, Mustafa Kemal Atatürk’ün  liderlikte sonsuz oyuna yaklaşımının güzel örneklerinden biridir.

Sonsuz oyun mantalitesi ile liderlik etmenizde gerçekten usta olabilmeniz için 5 ana prensip bulunur.

  • Haklı bir nedeninizin olması gerekir
  • Birbirine güvenen takımınızın ve sizi takip eden kitlelerin olması şarttır
  • Rekabet etmeye değecek rakiplerinizin olması gerekir
  • Varoluşsal esneklik kapasitenizin olması ve
  • Liderlik yapacak cesaretinizin olması gerekir.

Bu nedenledir ki gerçek bir liderlik gösteren Mustafa Kemal Atatürk’ün  “En büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti bu günlere kadar gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu oyunun sonsuz bir oyun olduğu zihniyetinde olduğunu gösteren en önemli gösterge de “Benim naçiz vucudum bir gün elbet toprak olacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır” demesidir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu bu noktada haklı bir gerekçedir fakat ana amaç değildir. Kendisiyle yarışan, kalkınan ve refah içinde yaşayan bir ülke hayali böyle bir liderin sonsuz oyun kurgusunu açıkça göstermektedir.

Bu açıklamaları neden yaptığımı anlatayım şimdi;

Günümüz şartlarında hemen hemen tüm vatandaşlarımız ülkemizin durumundan ve gelecekten endişe ediyor. Çok da haklılar. Neden mi? Çünkü günümüz siyaseti sonsuz oynanan bu oyunu sonlu bir mantalite ile sürdürüyor. Hep kazanma üzerine kurgulanmış siyaset anlayışı Türkiye’de herkesin bir ötekisinin ortaya çıkması ile sonuçlanıyor. Yani hep bir kazanan ve bir kaybeden üzerine kurulu bir oyunun içindeyiz. Bu da bize şunu işaret ediyor. Sonsuz oynanan oyunları sonlu oyun zihniyeti ile devam ettirdiğimizde, birbirimize ve sisteme olan güveni kaybediyor, insanların birbirleriyle olan dayanışması ve işbirliği ortadan kalkıyor ve yaratıcılık büyük bir yara alıyor. Korku iklimi topluma hakim oluyor.

Bunca söylem şunu göstermektedir ki; birbirine güvenen, kenetlenen, işbirliği ve dayanışma içinde olan, bunun neticesinde de ekonomik olarak kalkınan bir ülke hayali, içinde bulunduğumuz süreci sonsuz bir oyun zihniyeti ile sürdürecek gerçek liderlerle mümkündür. Gerçek liderlik tanımını da şu şekilde yaparsak sanırım yanlış olmaz. Gerçek bir lider, öz bilinci ve farkındalığı yüksek, duygularını yönetebilen, başkalarının içinde bulunduğu durumları kendi yaşıyormuşcasına empati yapabilen, ilham veren, öğreten ve aynı zamanda öğrenen ve zamanı geldiğinde kararlılığını gösteren, cesur ve atılımcı kişidir. Bunu sadece tek bir kişiden beklemektense her birimiz bu liderliği gösterebilmeliyiz.

Ömer Rıfat Gencal: Hani yoksulun garibanın yanındaydınız..

Erdoğan Doları Çift Haneye Taşıyacak!

Veysi Dündar: Din Diye Diye, Dini Bitiren Siyasal İslam

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ