FirmaHBR.COM'a Hoşgeldiniz!

Ömer Aras: Başarı için 10 Bin saat kuralı şart

Bu hafta Kanaat Önderi’nde Şeref Oğuz, Hakan Güldağ ve Vahap Munyar’ın konuğu QNB Finansbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aras oldu. Aras …

Ömer Aras: Başarı için 10 Bin saat kuralı şart

Bu hafta Kanaat Önderi’nde Şeref Oğuz, Hakan Güldağ ve Vahap Munyar’ın konuğu QNB Finansbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aras oldu. Aras, bankacılık sektörünün geçen yıl ekonomiye destek sağlama yönünde kredi ve faiz risklerini biriktirdiğine dikkat çekti. Sektörün esas sınavının şimdi başladığını bildiren Aras, risklerin doğru yönetilmesi halinde bu yıl finansal istikrarın yakalanacağını söyledi.

Aras, hem iç, hem de dış politikada uzun vadeli öngörülebilirliği artırmak gerektiğinin altını çizip, şu mesajı verdi: “Daha barışçıl ve dostluk ilişkilerimizi destekleyecek politikalara devam edilmesi, gerginliklerden kaçınılması, Türkiye’ye duyulan güveni artıracaktır.”

QNB Finansbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aras’a sorularımız ve yanıtları şöyle:

AŞI MİLLİYETÇİLİĞİ OLMASIN

-Aşılar devreye girdi. Tempoyu hızlandıran ülkelerde normale dönüş adımları olsa da dünyada gelecek endişeleri var. Biden dönemi ile birlikte ABD, ticaret savaşlarında yeni açılımlara yöneldi. Çin’in önderliğinde 15 ülkenin kurduğu Asya Pasifik Birliği (RCEP) dünya ticaretinde önemli rol oynayacak. Siz dünyanın geleceğini nasıl okuyorsunuz?

İngiltere, İsrail gibi aşılamada başarılı olan ülkeler normale dönmeye başladı. Türkiye de aşılama konusunda önümüzdeki aylarda hızla yol alırsa bu ülkelerin arasına katılabilir ki bu konuda umutluyum. Halen Hindistan gibi pandemiden büyük zarar gören ülkeler var. Bütün dünyanın normale dönmesi vakit alacak gibi gözüküyor. Bunun için “aşı milliyetçiliğinden” vazgeçmek ve fakir ülkelere aşı sağlayan kuruluşları desteklemek gerekiyor. Bu virüs bir yerlerde yaşamaya devam ettikçe, yeni varyantların oluşum riski sürecektir.

Ticaret savaşlarının ABD’de Biden döneminde de devam edeceği anlaşılıyor. Bu yüzden yeni ticari oluşumlar var. Çin ve genel olarak Asya ekonomileri birçok alanda önemli ilerlemeler kaydetmiş olsa da kısa vadede ABD önemli ekonomik güç olmaya devam ediyor, bunu korumak için siyasi gücünü kullanmaktan çekinmiyor. Bu alanda yaşanan çekişmeler, önümüzdeki dönemde dünya ekonomik büyümesi açısından önemli bir risk.

İklim değişikliği ve gelir dağılımı eşitsizliği, dünya ekonomisinin geleceği açısından en önemli sorunlar. Bu sorunların, uluslararası üst kurullar tarafından ele alınması faydalı olur. ABD’nin Paris Anlaşmasına katılması olumlu bir gelişme oldu. Türkiye’nin de zaman içinde bu anlaşmaya imza koyması gerekir. Pandemi döneminde alt gelir grupları ekonomik zorlukları daha fazla yaşadı. Her ülkenin bu grupları destekleyecek mali alana sahip olmaması, sorunun derinleşmesine ve kalıcı hale gelmesine yol açabilir. Ülkelerin kaynaklarının yeterli kalmadığı durumlarda IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların daha aktif rol oynaması gerekiyor. IMF’nin pandemi dönemindeki toplam kredi desteği 100 milyar dolar ile sınırlı kaldı ki bu toplam kredi verme imkanının sadece yüzde 10’una karşılık geliyor. Bu kurumlar daha etkin rol oynamazsa gelir dağılımındaki bozulma ve bunun getirdiği sosyal sorunlar dünya için giderek daha büyük problem haline gelebilir.

PAZARLIK GÜCÜMÜZ ARTTI AMA…

– Dış politikada atılan adımlar, Türkiye’nin jeopolitik riskleri yönetme tarzı ekonomiye nasıl yansıyor? Ekonomik ilişkileri siyasi gerilimlerden uzak tutmak mümkün olabilir mi?

Türkiye açısından dış politika, ekonomik görünüm üzerinde belirleyici rol oynuyor. Bulunduğumuz coğrafya bir taraftan stratejik önemimizi artırırken diğer taraftan son yıllarda, Suriye’de yaşanan iç savaş ve bunun doğurduğu mülteci sorunu, ABD-Rusya arasındaki gerginlik ve bunun Türkiye’ye yansımaları, Akdeniz’de bulunan büyük doğalgaz rezervi ve paylaşılma sorunu nedeniyle son derece hareketli. Türkiye bu gelişmeler karşısında son dönemde askeri gücünü ve teknolojisini artırmaya odaklandı ve bu da pazarlık gücünü olumlu etkiledi. Ancak kalıcı sonucun, barışçıl müzakereler yoluyla sağlanabileceğini düşünüyorum. Son dönemde AB ve ABD ile daha olumlu yaklaşım içerisinde olmakla, iki taraftan da gelebilecek yeni ekonomik yaptırımların önüne geçilmiş gözüküyor. Bu politikalarda devam edilmesi, önümüzde duran ABD ile S400 sorunu, AB ile de Doğu Akdeniz’de doğalgaz paylaşımı konusunda yapıcı adımların atılmasının önünü açacaktır.

Türkiye, ekonomisini büyütmek için dış finansmana ihtiyaç duyan bir ülke. Orta-uzun vadeli politik risklerinin azalması, daha ucuz, bol ve uzun vadeli finansman imkânlarına kavuşmamız anlamına gelir. Bu da dalgalanmaların azalması ve sürdürülebilir büyümenin yakalanması açısından destekleyici olacaktır.

TÜRKİYE HAK ETMEDİĞİ BİR YERDE

– Türkiye, yeni dönemde istikrarlı büyümeyi sağlamak, refahı artırmak için nasıl bir strateji izlemeli? İş dünyası, bankacılık sektörü nasıl yol almalı? Türkiye, bu dönemi avantaja çevirebilir mi?

Türkiye’nin uzun vadeli ortalama büyüme oranları ve bunun yansıması olarak istihdam görünümü açısından hiç hak etmediği bir yerde olduğunu düşünüyorum. 2010-2015 dönemindeki ortalama GSYH büyümesi yüzde 7.4’ten, son 5 yılda yüzde 3.4’e geriledi; son 3 yıldaki ortalama büyüme ise sadece yüzde 2.1 oldu. Bu doğrultuda işsizlik oranı yükselerek yüzde 13 düzeyine geldi. Bu durum ciddi bir problemin altını çizerken diğer taraftan da doğru politikaların uygulanması durumunda Türkiye’nin ekonomik büyüme için önemli potansiyel biriktirdiğini gösteriyor.

Bunu düzeltmek için iç ve dış politikada uzun vadeli öngörülebilirliği artırmak gerekiyor. Daha barışçıl ve dostluk ilişkilerimizi destekleyecek politikalara devam edilmesi, gerginliklerden kaçınılması ve bunun kalıcı hale getirilmesi Türkiye’ye duyulan güveni artıracaktır.

Ekonomide istikrarı destekleyen politikalar ön planda tutulup, tekrar kısa vadeli büyüme politikalarına dönülmeyeceği yönünde güven verilmesi gerekiyor. Bunu garanti altına alacak düzenlemeler faydalı olacaktır. TCMB, BDDK gibi önemli kurumların, kurumsal yapılarının desteklenmesi ve güçlendirilmesi önemli. Enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi, öngörülebilirliği artırır ve uzun vadeli yatırımların önünü açar.

Orta-uzun vadede yapılacak harcamalar teknoloji üretimi ve ihracata yönelik üretim yatırımları yönünde olmalıdır.

ŞUBE SAYILARI DÜŞECEK ÇALIŞAN O KADAR AZALMAZ

– Bankacılık sektörünün vizyoner yöneticilerindensiniz. Size göre pandemiyle birlikte oluşan “Yeni normal”de dünyada ve ülkemizde bankacılık sistemi hangi, “Bir daha eskisi gibi olmayacak” kırılımları yaşadı? Sektörde şube sayıları azalacak mı? Çok şubeli bankacılık dünyada ve bizde nasıl evrilecek?

Pandemi sonrası için söylenebilecek en doğru söz “işlerin bir daha eskisi gibi olmayacağı”. Hibrit diye bir kelime hayatımıza girdi ve çıkmayacak. Pandemi sonrasında yüzde 100 birlikte çalışma ortamına dönülmeyecek, farklı şirketlerde kendi iş kollarına göre farklı hibrit uygulamalar göreceğiz. Örneğin bankada genel müdürlük birimlerinde ve çağrı merkezimizde ev ofis karma çalışma modelleri uygulayacağız. Hep birlikte ofiste çalışmanın sadece işten ibaret olmadığını sosyalleşme boyutunun da ne kadar önemli olduğunu gördük.

Pandemi dijitalleşme sürecini hızlandırdı. Mobil bankacılık ve yapay zeka uygulamaları ile müşteri, banka ilişkisi özellikle gençlerde dijitale kayıyor. Şube sayılarında bir miktar azalma olabilir ancak çalışan sayısında aynı oranda azalma olacağını tahmin etmiyorum.

GEÇMİŞ KRİZ DENEYİMLERİNİZ COVID-19’DA İŞİMİZE YARADI

– Türkiye’deki CEO’lar, üst düzey yöneticiler, riskleri ve krizleri yönetme konusunda geçmiş deneyimlerinden dolayı avantajlı durumda mı? Eğer öyle ise hangi avantajlardan söz etmek mümkün? COVID-19 sürecinde geçmiş kriz deneyimleri, bu dönemi yönetmede ne kadar işe yaradı?

Ülke ekonomimiz son 30 yılda birçok kriz yaşadı. Genellikle ekonomik krizler yanı sıra politik gerginlik kaynaklı krizler de yaşadık. İç ve dış kaynaklı bu krizlerin yarattığı dalgalanmalar yöneticilere kriz yönetimi deneyimi kazandırdı.

Deprem gibi lokal ve COVID- 19 gibi global krizler de farklı şekillerde piyasaları etkiledi. Bütün bu krizler sonucunda öğrenilenlerle yenilenen risk yönetimi sistemleri ile şirketlerin dayanıklılığı arttı.

Örneğin 2001 krizi piyasa riskinin yani döviz pozisyonlarının bankaları ve şirketleri nasıl batırdığını herkese öğretti. Sonrasında konulan kurallar ve sıkı denetim ile güçlü bir bankacılık sektörü yaratıldı ve 2008 global borç krizini Türkiye olarak bu sayede hafif atlattık.

RİSK YÖNETİMİ SİSTEMLERİ İLE ŞİRKETLERİN DAYANIKLILIĞI ARTTI

COVID-19 daha önce yaşanmamış bir kriz olduğundan geçmiş tecrübelerin faydası sınırlı kaldı. Teknolojik altyapısı güçlü olan şirketler bu krizle daha etkili mücadele ettiler. 2020 Mart ayında 15 gün gibi kısa bir sürede bankanın yüzde 70’ini evden çalışır hale getirdik. Bunu daha önce hiç yaşamadık ve bir planımız da yoktu.

Özetle, COVID-19 ile mücadelemizde geçmiş kriz yönetimi deneyimlerimizin genel anlamda yararlı olduğunu söyleyebilirim.

Dijitalleşmeyi sahiplenen yeni fırsatları görüyor

– Dijitalleşme öylesine yaygınlaşmaya başladı ki, offline yapılar güç kaybetmeye başladı. IMF, “KOBİ’lerin büyük dijital devletler tarafından iflasa sürüklenebileceği” uyarısı yaptı. Özellikle finansa erişim imkanını artırmak için bankacılık sisteminde ne gibi değişiklikler olabilir?

Dijitalleşme tüm şirketlere, KOBİ’lere ve değer zincirinde neredeyse tüm noktalara dokunuyor. Ancak dijitalleşemeyenler için bir tehdit oluşturuyor. Dijitalleşmeyi sahiplenenler kendilerine yeni fırsatlar açıldığını görüyor. Öncesinde sadece yakın coğrafyasına satış yapabilen bir firma bugün ülke geneline, dünyanın farklı ülkelerine satış yapabiliyor. E-ticareti etkin kullananlar öne çıkıyor, büyük firmalarla rekabet ediyor. İnsan kaynakları, CRM, muhasebe gibi çözümler artık uygun maliyetle KOBİ’lere de sunulur hale geldi. Bu tip uygulamalara geçişi kolaylaştıran, maliyetleri düşüren (hatta sıfıra indiren) çoklu çözümlerin aynı platformda olduğu Dijital Köprü gibi bir çözüm de var. Dijitalleşme, veriye ulaşım ve doğru analizle bankaların firmaları daha iyi tanımasını sağlıyor. Önümüzdeki dönemde rekabet altyapısını kurmuş, sağlıklı finansal yönetim uygulayan, dijitalleşmede doğru adımları atan firmalar finansa erişimde daha avantajlı olacaklar.

Dijital bankacılıkta kullanıcı 68 milyonu aştı

– Bankacılık sektörü COVID-19 sürecinde dijitalleşmenin hangi aşamasındaydı? Bankacılık sektörü diğer sektörlere oranla dijitalleşmede daha mı öne çıktı?

İşin ucunda paranın olduğu ve hesaplamalar üzerine kurulu bu sektörde her şeyin hızlı, doğru ve kesintisiz yapılabilmesi teknolojiyle, dijitalleşmeyle mümkün oluyor ve mükemmelleşiyor. Bankalar teknoloji ve telekomünikasyon şirketleri ile beraber dijitalleşmede öncü oldu. Bankacılık sektörü pandemi öncesinde de müşterilere sunulan dijital kanallar (mobil bankacılık ve internet bankacılığı), temassız işlemler (temassız ödemeler, temassız ATM işlemleri), dijital ekstreler, e-imza uygulamaları, çalışanlar için sağlanan güçlü teknolojik altyapı gibi imkan ve uygulamalarla dijitalleşmede oldukça ileri bir aşamadaydı ve müşterilerimiz de buna uyum sağlamıştı. COVID-19 ile aniden değişen dinamiklere bankacılık, öncelikle mevcut işleyişi kesintisiz ve sorunsuz sürdürmek anlamında, çok hızlı adapte oldu. 11 Mart 2020’de pandeminin Türkiye’yi etkisi altına aldığının duyurulduğu gün uzaktan çalışmaya geçtik. Müşterilerin finansal, fonksiyonel veya duygusal ihtiyaçlarına dijitalin katkısı ile hızla karşılık verdik; evden çalışmaya başlayan Çağrı Merkezimiz ile artan çağrı yüküne rağmen kesintisiz hizmet vermeyi sürdürdük, mobil uygulamamızdan verdiğimiz acil yardım hizmetini öne çıkardık, temassız işlem ve ATM limitlerini artırdık, kredi ötelemeleri yaptık. Bu dönemde dijital kanallara mesafeli duran müşterilerimizin de dijitali kullanmaya başladığını görüyoruz. Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre tüm bankalardaki dijital bankacılık kullanıcı sayısı pandemi başından bu yana 12 milyon artarak 68 milyona ulaştı.

Bankacılık sektörünün esas sınavı şimdi başladı

– Türk bankacılık sektörü, COVID-19 kriziyle geçen 2020’yi nasıl tamamladı? Sektörün kriz dönemini yönetmedeki başarı düzeyi konusunda neler söylersiniz?

Pandemi döneminde yaşanan ekonomik zorlukları aşmak için her ülke çeşitli önlemler aldı. Dünya genelinde özellikle şirket ve bireylere doğrudan mali destekler öne çıktı. Bu destekler bazı ülkelerde tarihte görülmemiş boyutlara ulaştı. ABD’de sağlanan toplam mali destek GSYH’nin yüzde 25.5’ine, İngiltere’de yüzde 16.2’sine, Almanya’da yüzde 11’ine ulaştı. Gelişmekte olan ülkelerde bu kadar mali alan olmasa da Brezilya’nın sağladığı mali destek GSYH’nin yüzde 8.8’i, Güney Afrika’da yüzde 5.9’u, Çin’de yüzde 4.8’i ile önemli boyuttaydı. Türkiye’deki toplam mali destek ise GSYH’nin yüzde 1.9’u ile sınırlı kaldı.

Türkiye’nin daha çok, kredi garantileri, varlık alımları, kamu bankalarının borç erteleme ve kredi kampanyaları gibi likidite desteklerine ağırlık verdiği gözlendi. IMF’nin verilerine göre nisan ayı itibariyle bu tip likidite desteklerinin GSYH’ye oranı Brezilya’da yüzde 6.2, Güney Afrika’da yüzde 4.1, gelişmekte olan ülkelerin medyan değeri ise yüzde 1.8 oldu. Türkiye’de ise likidite desteklerinin GSYH’ye oranı yüzde 9.4 ile çok yüksek seviyelere çıktı. G20’deki büyük gelişmekte olan ülkeler arasında bu kanaldan en yüksek desteği Türkiye verdi.

Bütçe açığında fazla artışa izin verilmemesi ile Hazine’nin borçlanma ihtiyacı kontrol altında tutularak, faizler üzerinde ek bir baskının önüne geçildiği düşünüldü. Ancak likidite destekleri ile para arzındaki hızlı artış, kur üzerinde baskı yarattı ve enflasyonu yükseltti. Bu yüzden politika faizinin yükseltilmesi ve enflasyon kontrol altına alınana kadar uzunca bir süre yüksek tutulması gereği ortaya çıktı. Yani geçen sene verdiğimiz destekler bu sene bize daha yüksek faiz ve dolayısı ile de daha yavaş büyüme olarak geri dönmüş gözüküyor.

Enflasyon ve faizdeki yükselişin yanı sıra, likidite desteklerinin bankaların bilançolarına önemli etkisi oldu. Faizlerin suni olarak düşük tutulduğu pandemi döneminde, aktif rasyosu gibi düzenlemelerle bankaların kredilerini artırmaları sağlandı. Hızla verilen krediler bankaların ileriye dönük sorunlu kredi portföylerinin yükselme riskini artırdı. O dönemde düşük sabit faizle verilen krediler bugün yükselen faiz ortamında kârlılık üzerinde baskı oluşturdu. Sonuç olarak, bankacılık sektörü 2020 yılını kredi ve faiz risklerini biriktirerek, bunu yaparken de ekonomiye önemli destek sağlayarak geçirdi. Bankacılık sektörünün esas sınavının şimdi başladığını düşünüyorum. Bu risklerin doğru yönetilmesi, sektörde kârlılığın tekrar sağlanması ve sermaye yapısının korunması finansal istikrar açısından önemli olacaktır. Sürdürülebilir büyüme açısından finansal istikrar ve bankacılık sektörünün güçlü yapıya sahip olması, en temel konulardan biridir.

Bu kriz bize ‘şefkatli yönetim’i kazandırdı

– Siz, “Kriz dönemlerinde iyimser olmak şarttır. İyimser olanlar krizin yarattığı fırsatları görebilir, sonrası için sağlıklı plan yapabilir” diyorsunuz. Kriz ortamında iyimser olmayı başarmak kolay mı? Siz bunu başarabildiniz mi? İyimser olabilmek için hangi formülü uyguladınız?

Kriz yönetimi konusundaki görüşlerimi bir YouTube videosu ile dört ay önce paylaşmıştım. Orada da belirttim; risk yönetimi sistemlerini etkili kuran şirketler krizleri az hasarla atlatır. Krizlerde panik olmadan ortak akıl ile hızlı hareket etmek ve doğru iletişim ile tüm ekibi bilgilendirmek çok önemli. Her kriz geçicidir ve kendi içinde fırsatlar doğurur. Krizlerde sakin ve iyimser olmak ileriye dönük doğru aksiyonları almayı sağlar. İyimserliği olumlu düşünce olarak tanımlamak isterim, krizin ciddiyetini küçümseme olarak düşünmeyelim. Bardağın dolu tarafını gören yöneticiler kriz dönemlerinde gerçekçi ve olumlu iletişim ile organizasyon içinde krizle mücadele konusunda güçlü işbirliği ve motivasyon yaratır. COVID-19 krizinde üst yönetim olarak olumlu yaklaşımı çok etkili kullandık.

Bu kriz bize şefkatli (düşünceli) yönetim diye tanımladığım çok önemli bir yönetim anlayışı kazandırdı. Güvene dayalı, samimi, şeffaf, açık iletişim ile gerçekleştirdiğimiz “şefkatli yönetim” COVID-19’un banka kültürümüze en büyük katkısı oldu.

Fedakar şube bankacılarına aşıda öncelik bekliyoruz

– Bankaların genel müdürlüklerinde uzaktan çalışma sistemine yaygın şekilde geçilirken şubeler fi ziki hizmeti sürdürdü. COVID-19 sürecinde şubelerde neler yaşandı? Çalışanlar ne tür sıkıntılarla karşılaştı, nasıl aşıldı?

COVID-19 krizi ile mücadelede sağlık çalışanları bambaşka bir fedakarlıkla çalıştılar. Kendilerine verilen her nevi önceliği ve desteği tabii ki sonuna kadar hak ettiler. Sağlık çalışanları yanı sıra hayatın akışını sağlayan işleri yapan gıda perakendesi çalışanlarının, toplu taşıma çalışanlarının, kuryelerin ve banka şube çalışanlarının önemi ortaya çıktı. Hepsi müşteri teması yüksek ortamlarda büyük fedakarlıkla çalıştılar. Şube çalışanları için 2021 Nisan ayında Bankalar Birliği aracılığı ile aşı önceliği talep ettik ancak olumlu sonuç alamadık. Aşıdan vaz geçtim şube çalışanlarına krizi yöneten yetkililerden bir teşekkür dahi duymadım. Şube bankacıları COVID- 19’a rağmen işlerinin başında hijyen olmayan para alışverişi ile müşterilere hizmet ettiler ama en ufak bir öncelik veya takdir alamadılar. Biz bankamızın imkanları çerçevesinde kendilerini maddi ve manevi destekledik. Şube çalışanlarının müşteri teması yüksek olan diğer iş kolları ile birlikte aşı önceliği almaları gerekiyor diye düşünüyorum.

7 kez patron değişti, güven sayesinde yönetim aynı kaldı

– Siz Finansbank’ta Hüsnü Özyeğin’in kurucu kadrosundaydınız. NBG döneminde Yunanlı patronla çalıştınız. Şimdi de QNB’nin ana hissedarlığında yine işin başındasınız. Bunu nasıl başardınız?

Bankacılık kariyerim farklı gelişti. 3 yıl Citibank ve 7 ay Yapı Kredi Bankası’nda çalıştıktan sonra Finansbank’ın kuruluşunda bulundum. 19 yıl Hüsnü Özyeğin ile çok yakın çalıştım. 2006 yılından sonra 10 yıl NBG’nin hissedarlığı döneminde NBG üst yönetimi dört kez değişti, 2016 yılından sonra da 5 yıldır QNB ana hissedarlığında bankayı yönetiyorum. Normalde banka veya şirketlerde patron aynıdır yönetim değişir, bizde hissedar içindeki değişiklikleri de düşünürsek 7 kez patron değişti, yönetim aynı kaldı. Bu yönetim sürekliliğin nedenini hissedarın güvenini ve saygısını kazanmak olarak özetleyebilirim. Ben daima banka için iyi olanı yapmaya çalıştım. Bankanın tüm paydaşlarının -çalışanlarının, müşterilerinin, hissedarlarının, düzenleyici ve denetleyici kurumların ve sosyal sorumluluk bekleyen sivil toplum kuruluşlarının- beklentilerine cevap verme gayreti içinde oldum. Bu davranışım hissedarlarda güven sağlamış olmalı ki bir önceki hissedarın adamı sıfatını almadan yoluma devam ettim.

Başarı için 10 bin saat çalışmak şart

– Üniversite son sınıfındaki öğrencilere ve yeni mezun gençlere deneyimlerinize dayanarak hangi önerilerde bulunursunuz?

Başarılı bir kariyer için çok çalışmak şarttır. Spor, sanat, iş hayatı hiç fark etmez bir konuda başarı için Malcom Caldwell’in Outlier’s kitabında yazdığı gibi 10 bin saat çalışma kuralı geçerli.

Bill Gates, Microsoft başarısını yakalamadan önce 10 bin saat kodlama yapmış, Federer, dünyanın bir numaralı tenisçisi olmadan 10 bin saat antrenman yapmış, Fazıl Say da geldiği noktaya en az 10 bin saat çalışarak gelmiştir. Biz de bankayı kurarken üç yılda 10 bin saat çalışma kuralını yakaladık.

Haftada 40 saat çalışarak başarı gelmez en az 70 saat çalışmak gerekir. Bu kadar yoğun çalışmak için tutku şarttır. İşini seven ancak bu çalışmayı sergileyebilir. Bu nedenle gençlere tavsiyem neyi sevdiklerini iyi belirlesinler, tutku ile çok çalışsınlar. Gençlere tavsiye ötesinde deneyimlerimi paylaşmak için bir kitap yazıyorum. Pandemide eve kapanmayı üretken bir projeye çevirmek istedim. Kitap yazanlara saygım arttı. Kolay bir iş olmadığını gördüm. Bu sürecin beni yenilediğini hissettim. Umarım gençlere az da olsa bir katkısı olur. Sonbaharda tamamlamayı planlıyorum.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ